x

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümü 0-16 yaş aralığındaki çocuk ve gençlerin tetkik, tedavi ve koruyucu sağlık hizmetlerini sunmak üzere hizmetinizdedir. Bebeklerin doğumundan itibaren düzenli takipleri uzman hekimlerimiz ve deneyimli personellerimizce izlenmektedir.

Kliniğimizde bebeklerimizin doğumdan sonra belirli aralıklarla kontrolleri gerçekleştirilmektedir. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümümüzde, çocuklara koruyucu sağlık hizmetiyle birlikte hastalıkların erken tanı ve tedavisi hizmetleri sunulması amaçlanmaktadır. Ayrıca anne sütü ile beslenmenin bebeğin gelişimindeki önemli rolünü unutturmamak da en önemli hedeflerimizden bir tanesidir.

img Sıkca Sorulan Sorular

Altıncı hastalık herpes ailesinden bir virüsün yol açtığı döküntülü bir hastalıktır. Ateş nedeniyle hastaneye götürülen bebeklerde sık görülen bir enfeksiyondur. En sık 6-18 aylar arasında, bazen diş çıkarma ile birlikte görülür.

Önce, bebekte 40 dereceye varabilen bir ateş görülür . Yüksek ateş, ateşe hassas bebeklerde havaleyi tetikleyebilir. Ateş düşürücü alınca, bebeğin biraz daha keyifli olduğu görülür. Bu yüksek ateşli dönem, 3-4 gün sürebilir. Bu sırada bebekte yapılan muayenede, tanı koydurucu belirgin bir bulgu saptanmaz.

Ateşli dönemin ardından, aniden ateş kaybolur ve özellikle gövde, boyun ve kollarda soluk kırmızı döküntü ortaya çıkar. Bu aşamadan sonra ateşin nedeni ve hastalığının tanısı belli olmuştur. Döküntü başladıktan sonra bebekte başka bir hastalık belirtisi kalmaz ve ateşi tekrarlamaz. Bağışıklık sistemi normal olan çocuklarda herhangi bir komplikasyona yol açmaz. Döküntü 1-2 günde kaybolur.

Beşinci hastalık, parvovirüs B19 adlı virüsün yol açtığı döküntülü bir hastalıktır. Özellikle 5-15 yaş arası çocuklarda görülür.

Hastalık etkeni olan virüs, kişiden kişiye hava yoluyla, aksırık ve öksürükle bulaşır. 1-3 hafta kadar süren kuluçka döneminden sonra gribe benzer yakınmalar ortaya çıkar. Hasta kişi bu dönemde çevresi için bulaşıcıdır. Ardından yanaklarda tokat atılmış görünümü veren bir kızarıklıkla döküntü başlar. Birkaç gün içinde kol ve bacaklarda dantel görünümlü bir döküntü ortaya çıkar. Nadiren vücuda da yayılabilir. Beşinci hastalığın döküntüsü kaşıntılıdır. Hastalığı erişkin yaşta geçirenlerde, kadınlarda daha sık olmak üzere eklemlerde ağrı ve şişlikler görülebilir. Ateş, halsizlik olabilir. Bazen de hiç belirti vermeden geçirilebilir. Döküntü yaklaşık 1 hafta kadar sürer. Hastalığı geçiren kişi ömür boyu bağışıklık kazanacaktır.

Beşinci hastalık, bazı riskli kişiler dışında tehlikeli bir hastalık değildir, masum bir döküntülü hastalıktır. Bu riskli gruplar: 1) Önceden virüsle karşılaşmamış hamileler (Hamile kadın virüsü alırsa %5 olasılıkla bebeğe de geçebilir ve bebekte ciddi kansızlıklara yol açabilir. Düşük veya ölü doğumlara da neden olabilir. ),   2)Bağışıklık sistemi zayıf hastalar, 3) Kronik kansızlığı olan hastalardır.

Viral bir hastalık olduğundan etkene yönelik tedavisi yoktur, kendiliğinden geçer. Ancak ateş veya kaşıntı için rahatlatıcı ilaçlar önerilebilir. Hastayı serin tutmak, serin suyla duş yaptırmak kaşıntıya iyi gelecektir. Tedavi gerektiren diğer döküntülü hastalıklardan, ilaç ve gıda alerjilerinden ayrılması için doktor tarafından görülmesi uygun olacaktır.

Çocuklarda en sık görülen yakınmalardan biri de boğaz ağrısıdır. Nedeni beta hemolitik streptokok denilen bir ajanın yol açtığı anjin olabileceği için boğaz ağrısını önemsemek gerekir. Çocuklarda anjine sıklıkla virüsler yol açar ve antibiyotik tedavisi gerekmez. Beta streptokok anjininde ise, uygun antibiyotik tedavisi olmazsa komplikasyon riski vardır. Bu yüzden, bu ikisinin ayırt edilmesi gerekecektir. 

Eğer, 3 günden uzun süren yüksek ateş varsa, çocuğunuz 3 yaşın üstünde ve özellikle anaokulu veya okula gidiyorsa,  boyunda bezeleri şişmişse, beraberinde aksırık, öksürük, burun akıntısı gibi belirtiler yoksa kültürde bakteri saptanıp antibiyotik alması ihtimali yüksektir.

Kızıl

Kızıl çocuklarda gözlenen ateşli ve döküntülü bir hastalıktır. Anjine yol açan streptokok adlı bakterinin bazı türlerinin ürettiği bir toksin, hassas kişilerde ateşli ve döküntülü bir hastalık olan kızıla yol açar. Diğer çocukluk çağı döküntülerinden en önemli farkı antibiyotik tedavisi gerektirmesidir. 

Hastalığın başlangıcında boğaz ağrısı ve ateş vardır. Çocuk kendini oldukça kötü hisseder ve başağrısı, karın ağrısı ve bulantı yakınmaları vardır. Mikrop, boğaza alındıktan 2 gün sonra döküntü görülür. Döküntü yüz ve enseden başlayıp vücuda yayılır. Kasık ve koltuk altında daha yoğun olabilir. Ciltten hafif kabarık ve kaşıntılı bir döküntüdür, dokununca zımpara kağıdı hissi verir. Bu sırada, hastanın dili de beyaz veya kırmızı çileğe benzer bir görünüm alabilir. Kesin tanı, boğazdan alınacak kültürde streptokok bakterisinin gösterilmesiyle konur.

Streptokok anjini geçiren biriyle yakın temas, aynı bardak, çatal-kaşığı kullanmakla mikrop bulaşır. Temastan sonra kuluçka dönemi 2-5 gündür. Ancak, kişinin hassasiyetine bağlı olarak aynı mikrobu alan başka biri, cilt döküntüsü olmadan sadece anjin geçirebilir. Hasta kişi, tedavi başlandıktan 24 saat sonra artık bulaşıcı değildir.

Kızılda, en önemli nokta doktorun önerdiği antibiyotik tedavisini uygun şekilde kullanmak, önerilenden önce kesmemektir. Ağızdan tedavi tercih edermişse, boğazdan mikrobun tam olarak temizlenebilmesi ve romatizmal ateş gibi komplikasyonların önlenmesi için, antibiyotik en az 10 gün kullanılmalıdır. Çocuğun boğazı acıyacağı için kolay yutabileceği sıvı, yumuşak kıvamlı gıdalar vermek, ılık tuzlu suyla gargara yaptırmak rahatlatıcı olacaktır. Ateş için doktorunuzun önereceği ateş düşürücüyü birkaç gün kullanmanız gerekebilir. Günümüzde kızıl artık korkunç bir hastalık değildir, ancak tedavi edilmesi gereken bir döküntülü hastalık olduğu da unutulmamalıdır.

Bronşiolit, solunum sistemindeki bronşiyol adı verilen küçük hava yollarının iltihabıdır. Genellikle virüsler bronşiolite yol açar. En sık 6 ay-2 yaş arası küçük çocuklarda, özellikle kış ve ilkbahar aylarında görülür. Küçük çocuklarda havayolları daha dar ve tıkanması daha kolay olduğundan, büyük bir çocukta soğuk algınlığı yapan bir virüs, bebekte bronşiolite yol açabilmektedir.

Hastalık, üst solunum yolu enfeksiyonu şeklinde başlar. Hafif bir öksürük, burun akıntısı ve aksırık olur. Çocukta iştahsızlık ve ateş gözlenebilir. 1-2 günde öksürük artar ve şiddetlenir. Hızlı soluk alıp vermeye başlar ve solunum hırıltılı bir hal alır. Solunum sıkıntısı nedeniyle beslenmesi zorlaşır.

Özel bir tedavisi yoktur. Bol sıvı alımı, buruna serum fizyolojik damlatılması, ortamın nemlendirilmesi tedaviye yardımcı olur. Solunum sıkıntısı, emme güçlüğü olan bebeklerin hastaneye yatırılmaları gerekebilir. 

Demir eksikliği anemisi her yaş grubunda görülebilmekle birlikte özellikle 6-24 aylık süt çocuklarında ve ergenlik çağında aneminin en önemli nedenidir. Ülkemizde demir eksikliği anemisi okul öncesi dönemde %30-%40 oranındadır.  Annede çok ağır anemi olmadıkça zamanında doğan sağlıklı bebeklerde yeterli demir deposu vardır ve ilk 4-6 ayda demir eksikliği anemisi gelişmez. Altıncı aydan sonra demir eksikliği anemisinin temel nedeni hızlı büyümeyle birlikte diyette demirin yetersiz bulunması ve süt ağırlıklı beslenmedir. Ergenlik döneminde (12-18 yaş) hızlı büyümenin yanında özellikle genç kızlarda adet kanamasıyla kan kaybı, vejeteryan beslenme, yetersiz besin alımı ve zayıflama rejimleri önemli nedenlerdir. 
Demir, yaşam için çok önemli bir elementtir. Oksijen taşınması, protein sentezi, elektron transportu, hücre solunumu, pek çok enzimin yapı ve işlevinde görev alır. Eksikliğinde sadece anemi değil, sinir sistemi gibi diğer sistemlerin işlevlerinde de bozukluk ortaya çıkar.


Demir eksikliği anemisi nasıl ortaya çıkar?
Besinlerle alınan demirin ancak %10 kadarı (1-2mg/gün) barsaklardan emilir; geri kalanı dışkı ile atılır. Vücutta en önemli demir kaynağı eski eritrositlerin yıkımıyla açığa çıkan demirdir (20 mg). Günde 0,5-1 mg demir deri ve mukozal yüzeylerdeki hücrelerin dökülmesi ile kaybedilir. Adet gören kızlarda kanama süresince günde 1 mg kadar demir fazladan kaybedilir; besinle alınan demir miktarı artırılmazsa bir süre sonra demir açığı oluşur. Tüm kişilerde eğer besinle alınması gerekli demir az alınırsa, emilimi bozulursa, demirin organizmadaki iletimi yapılamazsa, demire ihtiyaç artarsa ve kan kayıpları varsa demir eksikliği ve buna bağlı demir eksikliği anemisi gelişir. 

Klinik bulgular
Anemi geliştiğinde yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, çarpıntı, çabuk yorulma, deri renginde solukluk, dilde ağrı, tad alma duyusunda azalma, tırnaklarda kırılma ve çizgilenme,  ağız köşelerinde yara gibi yakınmalar ortaya çıkabilir. Besin değeri olmayan toprak, buz, tuz, kağıt, kireç gibi maddeleri yeme isteği oluşabilir. Demirin eritrosit dışındaki fonksiyonları nedeniyle sinirlilik, iştahsızlık, derslerde dikkati toplayamama, okul başarısında düşme, anlama ve algılama güçlüğü, zeka düzeyinde azalma, sık enfeksiyon geçirme gelişebilir. Süt çocukları yutma güçlüğü, ağlarken morarıp kalma (katılma nöbeti) ve gelişmelerinde duraklama, gerileme ile gelebilirler.

Tedavi
Tedavide ağızdan alınacak damla veya şurup şeklinde demir içeren ilaçlar verilir. İlaçlar genellikle günde iki kez ve tercihen çocuk aç iken, öğün aralarında verilir. Süt ve süt içeren gıdalarla birlikte verilmez, en az yarım saat geçmiş olmalıdır. C vitamini içeren içecek ve yiyecekler demir emilimini artırır. Demir ilaçlarının düzenli ve yeterli süreyle kullanılması çok önemlidir.  Birlikte mutlaka aileye ve hastaya dengeli ve demirden zengin beslenme hakkında bilgi verilir. Kas içine veya damardan iğne ile demir ilaçlarının verilmesi şeklindeki tedavi sadece bazı özel durumlarda gereklidir. Bunlar arasında demirin barsaklardan emiliminin olmaması, kolit gibi barsak hastalıkları, böbrek yetmezliği gibi durumlar sayılabilir.  
Tedavi süresi yaklaşık üç aydır. İlk bir aylık tedaviden sonra hemoglobin değerinin normal sınırlara geldiğini görmek gerekir. Hemoglobin değeri normal değere ulaştıysa demir ilacının dozu azaltılarak 6-8 hafta daha tedaviye devam edilir. Böylece demir depoları da doldurulmuş olur. Demir tedavisi kesildikten üç ay sonra çocuk yeniden değerlendirilmelidir; yine anemi ortaya çıkıyorsa altta yatan bir neden vardır, bunun ortaya çıkarılması gerekir. 
İlk bir ayda hemoglobin değeri normale ulaşmadıysa bir problem vardır; çocuğun tedaviyi doğru alıp almadığı, ek kayıpların varlığı ve tanının doğru olup olmadığı gözden geçirilmelidir.
Demir içeren ilaçların kullanımında dikkat edilmesi gerekenler!
Demir içeren ilaçların tadı çok tatlı olmadığından bazı çocuklarda ilaç alımına karşı direnç görülebilir. Bu çocuklarda ilacın portakal suyu ile birlikte verilmesi hem tadı hem de emilimi artırması açısından yararlı olur. 
İlaç kullanımı ile birlikte bazı çocuklarda kabızlık veya ishal, karın ağrısı ve midede yanma hissi gelişebilir. Karın ağrısı varsa ilaç açken akşam saatlerinde verilebilir. Midede yanma ilacın tok karnına, yemekten en az yarım saat sonra alınması ile kontrol altına alınabilir. İlacın kullanımı sırasında çocuğun dışkısı renginin siyaha yakın koyulaştığı izlenebilir.

Korunma 
Demir eksikliğinin önlenmesi için süt çocuklarına zamanında doğmuş ise dördüncü ayın sonunda, erken doğmuş ise birinci ayını doldurunca düşük dozda koruyucu demir ilacı başlanması, zamanı gelince demirden zengin ek gıdaların verilmesi önemlidir. Çocukların beslenmesine altıncı aydan sonra demir içeriği fazla olan kırmızı et ve yumurta gibi ek gıdaların eklenmesiyle demir eksikliği anemisinin gelişmesi önlenebilir. Ekonomik durumu iyi olan ailelerin süt çocuklarında ilk yıl inek sütü yerine demir içeren devam mamalarını kullanmaları da demir eksikliği anemisi riskini azaltır. Çocuklara günde 500 ml’den fazla inek sütü verilmemelidir.

Grip, influenza virüs ailesinin yol açtığı, nezleden daha ağır seyreden bir enfeksiyon tablosudur. Dünya çapında salgınlara yol açabilen, bağışıklığı düşük kişilerde ölümcül bile olabilen bir enfeksiyondur. Okul çocukları yılda 1-2 defa grip geçirebilirler. En sık kış aylarında görülmekte; kreş, okul gibi toplu halde bulunulan kapalı ortamlarda kolayca yayılmaktadır. Grip virüsünün tek bir türü olmadığından, her yıl farklı türler yaygın olarak görülüp salgınlara yol açmakta, bir türü ile hastalanan kişi daha sonra farklı bir tür ile tekrar hastalanmaktadır. Yıllık grip aşısı, sadece o yıl için sorun yaratması beklenen türleri içerdiğinden sadece o yıl etkili olmaktadır.
Grip; ani başlayan yüksek ateş, halsizlik,  burun akıntısı, aksırık, kas ağrılarına neden olur. Bulantı ve kusma da görülebilmektedir. Çok bulaşıcı olduğundan ev halkı arasında veya hasta çocuğun sınıfında hızla yayılır.
Tedavide antiviral ajanlar özel bazı durumlarda gerekli olabilmektedir. Hastanın bol sıvı alımının desteklenmesi, dinlenmesinin sağlanması uygun olur. Ateş kontrolü için gerekirse doktorun önerdiği ateş düşürücü ağrı kesici ilaçlar kullanılabilir. Grip geçiren çocuklarda, riskli olduğundan, aspirin özellikle kullanılmamalıdır.
Korunma için, 6 ayını dolduran her çocuk grip aşısı olabilir. Özellikle yuva, okul gibi kalabalık ortamlarda bulunan çocukların aşıyla korunmaları önemlidir. Evde 6 ayını doldurmamış, aşı olamayacak bir bebek bulunduğunda anne, baba, bebeğin bakımıyla ilgilenen kişiler kendileri aşı olarak bebeğin enfeksiyonla karşılaşma riskini azaltabilirler. 

Kabızlığın tanımını yapmak zordur ve kişiden kişiye farklı anlaşılabilir. Bazıları için dışkı sıklığında azalma, bazıları için çok sert ve zor dışkılama, bazıları içinse ağrılı dışkılama olabilir. En basit olarak dışkı yapmada zorluk,  seyrek ve katı dışkılama olarak tanımlanabilir. Bebekler, özellikle anne sütü ile beslenenler, her gün çok sayıda bez kirletirler. Çocuklarda dışkılama sıklığı doğumdan sonraki ilk haftalarda günde ortalama dörtten, iki yaşına kadar ikiye ve dört yaşına kadar bire iner. Eğer, alışılmış sıklıkta kaka yapmıyor ve kakası sert, kuruysa, yaparken zorlanıp canı yanıyorsa kabız olduğundan söz edilebilir.

Kabızlığın nedenleri ?
Kabızlığın nedeni araştırıldığında çocukların%95’inden fazlasında bir neden bulunmaz ve bunlar fonksiyonel kabızlık olarak adlandırılır. Kalan %5’inde ise değişik nedenler bulunur. 
Anne sütünden ek gıdalara geçiş veya yeni bir mamaya başlama kabızlığa sebep olabilir. Daha büyük çocuklar ise, genellikle tercih ettikleri gıdalar liften fakir, barsakta posa bırakmayan gıdalar olduğundan ve yeterince su içmedikleri için kabız olurlar. Ayrıca inek sütü ve süt ürünleri bazı çocuklara kabızlığa neden olmaktadır. 
Çocuk henüz hazır olmadığı bir dönemde tuvalet eğitimine zorlanırsa, tepkisel olarak kakasını tutmaya başlayabilir.
Eğer çocuğunuz, oyunu veya seyrettiği çizgi filmi bırakıp tuvalete gitmiyor, ihtiyacını erteliyorsa, bu durum da kabızlığa sebep olacaktır.
Bazı barsak hastalıkları, hipotiroidi, gıda allerjileri kabızlığa yol açabilir. Ayrıca kullanılan bazı ilaçlar da kabızlığa yol açabilir.

Kabızlığa Yaklaşım
Kabız olan çocuk, gaita yaparken çok zorlanıp canı yandığı için bundan kaçınmaya başlar. Ağrılı defekasyon, geciktirme/engelleme isteği doğurarak anüs kaslarının kasılmasına ve dışkının son bağırsakta birikmesine yol açar. Son bağırsakta biriken dışkı, devam eden sıvı emilimi sonucu daha sert hale gelir ve bir sonraki dışkılamada daha fazla ağrıya neden olur ve böylece bir kısır döngü başlar. Hatta bazen makatta çatlaklar oluşup kanamaya neden olabilir. Son bağırsaktan her dışkı geçişi çocukta korku yaratır ve çocuk bu ağrılı defekasyondan kaçınmak için dışkısını tutar. Bu dışkı tutma sırasında çocukta anormal belirtiler görülebilir. Bu evrelerde çocuk dışkısını tutabilmek için kendini kasar ve kızarır. Bir köşeye çekilerek çömelir ya da bacaklarını birleştirir.   
İlk adım olarak beslenme düzenini değiştirmek gerekir. Bol sebze, meyve, posalı gıdalar yedirmek, beyaz un mamülleri, muz, pilav, patates, süt ürünlerini azaltmak, bol su içmesini sağlamak yararlı olacaktır. Tuvalet ihtiyacını ertelemeden, her gün belli bir saatte (özellikle kahvaltı veya yemek sonrası) tuvalete oturmasını sağlamak alışkanlık kazanmasını sağlayacaktır. 
Tuvalet eğitimi başladığında karşılaşılabilecek bir sorun tuvalet eğitimini reddetmedir. Bu çocuklar idrarlarını tuvalete yaparlar fakat tuvalete dışkılamayı kabul etmezler. Bezleri bağlandığında dışkılarını ayakta bezlerine yaparlar. Bu çocuklar kabız olmaya adaydır. Yapılacak şey tekrar alt bezi bağlamak olacaktır. Daha büyük çocuklarda da dikkatli bir öykü alındığında %80’den fazlasında tetikleyici stresli bir olay (ana-babanın boşanması, ev taşıma, okula başlama gibi) vardır. 
Çocuk, yaşına bağlı olarak oyuncaklarıyla oynama, bilgisayarda oyun oynama gibi çok hoşuna giden aktivitelerde bulunduğunda veya kendi tuvaletini kullanamadığı durumlarda dışkılama gereksinimini ertelemek isteyebilir. Özellikle okul çağında, okul tuvaletlerinin yeterli düzeyde olmaması (temizlik, tuvalet sayısı, bazı yerlerde erkek-kız ayrımının olmaması gibi) tuvaletin çocuklar tarafından kullanılmamasına ve bu da kabızlık dahil birçok soruna yol açabilir. 
Kabızlığın ne zaman başladığı, akut başlangıcın olup olmadığı, kullanılan ilaçlar, iç çamaşırının kirlenmesi, rektal kanama, bulantı, kusma, karın ağrısı, karın şişkinliği, anal bölgede ağrı (özellikle dışkılama sırasında), iştahsızlık, yetersiz kilo alımı ve davranış değişiklikleri sorulmalıdır. 

Kabızlık Tedavisi 
Tedavinin temelinde kolonu boşaltmak ve sonrasında uzun süre dışkı birikiminin oluşması engellenerek anatomik yapının normale dönmesi ve rektumun tekrar duyarlılığını kazanması amaçlanmaktadır. Kolonun boşaltılması için kullanılan birçok ilaç vardır. Gerekirse lavman ve bazı durumlarda genel anestezi altında elle boşaltma yapılabilir. Bundan sonra kolonda tekrar dışkı birikimini önlemek için günde en az bir-iki kez normal kıvamda dışkılama sağlanmalıdır. Çocuk her öğünden sonra beş dakika tuvalette oturtulmalıdır. 
Tedavinin kalıcı başarısı için doğru beslenme alışkanlığı kazandırılmalıdır. Günlük bol su, yüksek posa içeren gıdalar, kepekli ekmek, tahıllar, kuru baklagiller ve meyve-sebze tüketilmelidir. Kuru üzüm kuru kayısı ve incir tüketilmeli, bununla birlikte hamurlu gıdalar ve çikolata gibi abur cubur tüketimi azaltılmalıdır. Günlük aktivite artırılmalı ve düzenli spor yapılmalıdır.

Karın ağrısı çocuklarda çok sık karşılaşılan, çok çeşitli nedenlerle ve birçok organdan kaynaklanabilen yakınmalardan biridir. Genellikle masum nedenlere bağlıysa da, bazen de zaman kaybetmeden müdahale edilmesi gereken ciddi bir hastalıktan kaynaklanabilir. 
Karın ağrısı başlıca iki tiptir: Ani (akut) olarak ortaya çıkan ağrılar genellikle şiddetlidir ve daha önceden benzeri bir yakınma yoktur. Ağrı karnın belli bir bölgesindeyse nedenini anlamak daha kolay olabilir. Örneğin; karnının sağ alt tarafındaysa apendisit olma olasılığı vardır, karnın yan taraflarındaysa böbrek ve idrar yolları ile ilişkili olabilir. Ancak, çocuklardaki karın ağrıları genellikle yaygındır ve bu nedenle genel muayene ve incelemeler yapılıp en olası nedenler araştırılmalıdır. İkinci tip süregen (kronik) karın ağrılarında ise hastanın uzun süredir yineleyen ve benzeri ağrı yakınmaları vardır. Bu hastaların ayrıntılı araştırılması gerekir. Karın ağrısı bazı ender hastalıkların ilk bulgusu olabilir.


Karın ağrısı yakınmasıyla bir sağlık kurumuna başvuran hastanın öncelikle ayrıntılı öyküsü alınmalıdır. Ağrının başlangıç zamanı, yeri ve şiddeti gibi özellikler ağrının nedenini anlayabilmek açısından önemlidir. Fiziksel incelemede artmış bağırsak sesleri ishalin bir bulgusu olabilir. İshal, kıvrandırıcı tarzda karın ağrısı yapan nedenlerin başında gelir. Eğer bağırsak sesleri azalmış ya da hiç yoksa, o zaman bir bağırsak tıkanıklığı söz konusu olabilir. Özellikle küçük çocuklarda idrar tetkiki yapılmalıdır. Her karın ağrısı yakınmasında karın filmi çekmenin bir gereği yoktur. Eğer başlangıçta yapılacak muayene ve basit laboratuvar incelemeleri ile tanı konamazsa, o zaman karın filmi ve ultrasonografi gibi radyolojik incelemelerin yapılması gerekecektir. Eğer süregen bir ağrı söz konusuysa, o zaman ayrıntılı kan tetkiki ve radyolojik incelemelerin yapılması gerekebilir. 

Karın ağrısı olan bir çocuğa yaklaşımda, öncelikle ağrının cerrahi bir nedenden kaynaklanıp kaynaklanmadığının ayırt edilmesi gerekir. En sık görülen sorun apendisittir. Apendisit tanısı; fiziksel inceleme, kan sayımı ve ultrasonografi ile konulabilir. Kız çocuklarında yumurtalıklardan kaynaklanabilecek sorunlar mutlaka akılda tutulmalıdır. 
Karın ağrısında ağrı kesiciler kullanılabilir mi?

Karın ağrısının tedavisinde hemen ağrı kesicilerin kullanılması doğru değildir. Ağrı kesici ilaçların verilmesinin karın içinde var olan cerrahi bir nedeni maskeleyebileceği bilinmelidir. Tedavide ana amaç, ağrıya neden olan sorunu bulup öncelikle o sorunun giderilmesini sağlamak olmalıdır. Kimi zaman tanı koymak için ağrı kesici ilaç vermeden ağrının izlenmesi gerekebilir. Bu hastalarda ağrının seyri nedenin tanımlanmasına da olanak sağlar.

Karın Ağrısına Neden Olan Hastalıklar?
•    Akut Gastroenterit: Çocukta en sık karın ağrısı nedenlerinden biri rotavirüs gibi virüslerin veya bazı bakterilerin yol açtığı mide barsak enfeksiyonlarıdır. Karın ağrısıyla birlikte ishal, kusma ve ateş görülebilir.
•    Apandisit: Çocukta önce göbek çevresinde başlayan karın ağrısı, saatler geçtikçe karnın sağ alt tarafına yerleşir. Çocuk bir şey yiyemez, kusmaya başlar. Yürüyemez ve iki büklüm yatıp kalır.
•    Kabızlık: Çocuklarda sık görülen bir karın ağrısı nedenidir.
•    Gaz sancısı: Çocuk karında yer değiştiren keskin bir ağrı tarifler. 
•    Gıda zehirlenmesi: Balık, tavuk, mayonez gibi şüpheli bir gıda alımından birkaç saat sonra karında kramp tarzı ağrılar, kusma, ardından da ishal başlar.
•    Barsak tıkanıklığı: Karın ağrısına yol açan acil durumlardan biridir. Şiddetli karın ağrısı, sarı- yeşil, safralı kusmalar olur. Çocuk gaz, gaita çıkaramaz.
•    Fonksiyonel karın ağrısı: Beraberinde ishal, kusma, kabızlık, kilo kaybı yoktur. Göbek çevresinde hafif bir ağrı tarifler. Tam nedeni bilinmemektedir. 
•    İdrar Yolu Enfeksiyonu: Karnın alt kısımlarında ağrı, idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, ateş gibi bulgular görülür.
•    Ülser: Mide bölgesinde yanıcı bir ağrı olur. Yemek öncesi, sabah ve gece ağrı daha şiddetlidir. Kanlı gaita görülebilir. 
•    Hepatit: Karaciğer iltihabına genellikle virüsler neden olur. Çocukta halsizlik, bulantı, kusma, karnın sağ üst bölgesinde ağrı, sarılık görülür.
•    Jinekolojik nedenler: Genç kızlarda adet sancısı.

Karın Ağrısında Ne Zaman Doktora Başvurmak Gerekir?    
•    Eğer karın ağrısı 12-24 saatte geçmiyorsa veya sık sık tekrarlıyorsa
•    Karın ağrısı, göbek çevresi dışında başka bir bölgedeyse ( Özellikle karnın sağ alt kadranında olan ağrılarda apandisit ekarte edilmelidir!)
•    Çocuğun genel durumu kötü görünüyorsa,
•    Uzamış kusma varsa ( 12-24 saati geçen kusmalar )
•    Sarı- yeşil, safralı kusmalar varsa,
•    Kanlı kusma veya ishal varsa,
•    İdrar yapmada ağrı, sık idrara çıkma varsa Çocuk Hekimine başvurmalısınız.

Krup ( laringotrakeobronşit ), özellikle 6 ay-3 yaş arası çocuklarda sonbahar sonu, kış ve bahar aylarında görülen, virüslerin yol açtığı bir alt solunum yolu enfeksiyonudur. Bu dönemlerde salgın şeklinde görülür ve yarattığı solunum sıkıntısı tablosuyla ebeveynler için korkutmaktadır.

Krup Belirtileri Nelerdir?
Krup belirtileri çok ani başlangıçlıdır. Genellikle çocuk yatağa giderken herhangi bir sıkıntısı yoktur. Gece yarısı ani başlayan solunum sıkıntısı, havlar tarzda kaba bir öksürük ile uykudan uyanır. Öncesinde burun akıntısı olabilir. Hafif ateş görülebilir. Soluk alma sırasında tipik bir ses duyulur, sesi boğuk ve kabalaşmıştır. Gündüz iyi olan çocukta, solunum sıkıntısı birkaç gece boyunca görülebilir ve giderek azalır.

Krup Neden Olur?
Krupta, büyük hava yollarının iltihabi reaksiyonu ve mukus birikimi belirtilere yol açar. Hastalığa virüsler neden olur. Küçük çocuklarda havayolları dar olduğundan solunum sıkıntısı belirtileri görülür. 

Tedavi
Viral bir enfeksiyon olduğu için etkene yönelik bir tedavi yoktur. Ancak bazı uygulamalarla çocuğu rahatlatabilir. Bunlar arasında öncelikli olan nemli hava ve buhar verilmesidir. Serin gecelerde pencereyi açıp dışarının havasından nefes almasını sağlamak da rahatlatıcı olacaktır. Ateş varsa ateş düşürücüler verilir. Dik pozisyonda otururken daha rahat nefes alacaktır. Ağlayıp heyecanlanınca solunum sıkıntısı artacağı için çocuğun sakinleştirilmesi gerekir. Bol sıvı alması uygun olacaktır. Bu ilk önlemlerle rahatlamayan daha ciddi vakalarda havayolundaki ödemi çözecek ilaçlar gerekli olabilir.

Bu tabloya yol açan çok sayıda virüs olduğundan krup tekrarlayabilir. Ancak bir çocuk sık sık krup geçiriyorsa, alerji veya reflüden kaynaklanan problemler için araştırılması gerekebilir.

Koruma
Grip virüsü dışında krup etkenlerine karşı aşı yoktur. Çocuğu hasta kişilerden uzak tutma, erken yaşta el yıkama alışkanlığı kazandırma önemlidir.

Soğuk algınlığı, üst solunum yollarının en sık rastlanan viral enfeksiyonudur. Soğuk algınlığına 200′den fazla virüs yol açabilir, bu nedenle çocuklar yılda 5-10 defa soğuk algınlığına yakalanabilirler.  6 yaş altında bağışıklık sistemi tam olarak gelişmemiş olduğundan, enfeksiyonlar daha sık görülür. Bu sıklık yıllar içerisinde, bağışıklık sistemi virüs türleriyle tanıştıkça giderek azalacaktır. Çok sayıda virüs etken olabildiğinden, aşı ile korunma mümkün olmamaktadır. 

Sık enfeksiyondan korunmak için alınacak önlemler
•    Aksırık, öksürük sırasında ağzı, burnu kağıt mendille kapamalı, çocuğa da bu alışkanlığı kazandırmalıyız. Böylece mikroplar, havaya yayılmamış olacaktır. Ellerini göz, ağız ve burundan uzak tutmasına dikkat etmeliyiz. Çünkü soğuk algınlığı, grip virüsleri havayla ve el temasıyla yayılır. Çocukların el temezliğine dikkat etmeli ve el yıkama alışkanlığı kazandırmalıyız.
•    Çocuğunuzun kardeşi veya arkadaşlarıyla aynı bardak, tabak, kaşığı kullanmasına izin vermemelisiniz.
•    Çocukları sigara dumanına maruz bırakmamalı ve hangi yaşta olursa olsun çocuğun yanında sigara içilmesine izin vermemeliyiz.
•    Yeterli uyku almasını ve dengeli beslenmesini sağlamalıyız. Özellikle taze sebze ve meyveler tüketerek yeterince C vitamini alınmalıdır. 
•    Kalabalık kapalı mekanlardan mümkün olduğunca uzak durmalıyız.
•    Özellikle uyku sırasında, odasının havasının çok kuru olmamasını sağlamalıyız. Kaloriferin üzerinde su veya odada bir nemlendirici bulundurabilirsiniz.

Hastalanan çocukta; aksırık, öksürük, burun akıntısı veya tıkanıklığı, boğazda kaşıntı gibi belirtiler görülür. Yaş küçükse, ateş de tabloya eklenebilmektedir. Yine küçük yaştaki çocuklarda, orta kulakta sıvı toplanmasına neden olabilmektedir.
Çocuklar virüsü birbirlerinden alarak, kreş ve okul gibi ortamlarda hızla yayabilirler. Özellikle kış aylarında daha sık görülür. Yakınmalar yaklaşık 1 haftada geçerken, öksürük ise en geç kaybolur ve diğer belirtiler kaybolduktan sonra 1 hafta daha sürebilir.
Viral bir enfeksiyon olduğundan, antibiyotik tedavisi etkisiz ve gereksizdir. Çocuğun dinlenmesi, bol sıvı alımının sağlanması yardımcı olacaktır.

Öksürük, solunum yollarının en önemli ve en sık görülen semptomlarından biridir ve çocuklarda en sık hastaneye başvuru nedenidir. Çocuklarda öksürük genellikle viral enfeksiyonlarla ilişkilidir ve çoğu kendiliğinden düzelir. Gribal bir enfeksiyondan sonra öksürük, okul çağı çocuklarının %35-40’ında 10 güne kadar, solunum yolu enfeksiyonlarından sonra okul öncesi çocukların %10’unda 25 güne kadar uzayabilir. Ayrıca iç ve dış hava kirliliği, nem, irritan  gazlar, sigara maruziyeti gibi çevresel faktörler çocuklarda öksürüğe yol açar. 
Öksürük, solunum sisteminden sekresyonların ve yabancı maddelerin temizlenmesinde önemli rolü olan koruyucu bir reflekstir. Öksürük reseptörleri boğazda, larenkste, bronşlarda, paranazal sünisler, dış kulak yolu ve timpanik membranda, akciğer ve kalbi çevreleyen zarlarda ve diafragmada bulunur. Öksürük refleksi çocuklarda yaklaşık 5 yaş civarında olgunlaşır. Çocuklarda bol bulunan hava yolu sekresyonları bu yaştan önce kolay çıkarılamaz. Bu nedenle bu yaş grubu çocuklarda mevcut öksürük refleksini baskılayacak ilaçlar önerilmez.
Viral bir enfeksiyondan sonra 2-3 haftalık dönemde öksürük refleksi artmış seyreder. Bazen bu aşırı duyarlı durumu tetikleyen olayı takiben kronik öksürük gelişir. Atopi, astım,  gastroözofagial reflü (GÖR), kronik enfeksiyonlar, otoimmün hastalıklar, ACE inhibitör tedavisi, sigara maruziyeti gibi tetikleyici faktörlerin kronik öksürük gelişimini arttırır. 

Öksürük sınıflaması 
Öksürük iki kategoride incelenir; 
Normal veya beklenen öksürük: Sağlıklı okul çağı çocuklarında günde ortalama 10-15 öksürük episodu olabilir. Özellikle sonbahar ve kış mevsimlerinde yineleyen viral enfeksiyonlar çocuklarda yaygın olduğundan öksürük reseptörleri duyarlılığı artar ve inatçı öksürüklere neden olabilir. 
Anormal Öksürük: Süreye göre (akut/kronik), öksürük karakterine göre (kuru/yaş), zamanına göre (gece/gündüz), yaş grubuna göre (bebeklik/çocukluk/adolesan) ve nedene göre (özgün/özgün olmayan) şeklinde sınıflandırılır. 
Çocuklarda 2 haftadan kısa süren öksürükler akut, uzun süren öksürükler ise kronik veya persistan öksürük kabul edilir. Çocuklarda akut öksürükler çoğunlukla viral üst solunum yolu enfeksiyonu ile ilişkilidir. Kronik öksürük ve balgam çıkaran çocuklar kistik fibrozis ve bronşiektazi yönünden değerlendirilmelidir. Bu hastalıkların olmadığı kronik yaş öksürüklü çocukların çoğunluğunda uzamış bakteriyal bronşit riski yüksektir. Boğmaca, tüberküloz, yineleyen viral enfeksiyonlar ve kronik üst solunum yolu enfeksiyonları gibi hastalıklar uzamış öksürüğe neden olabilir. Boğmaca benzeri hastalıklar olarak bilinen ve solunum yollarının Bordetalla pertussis, parapertussis, adenovirus, mikoplazma, klamidya ile olan enfeksiyonlarında tipik olarak boğulur tarzda paroksismal öksürük görülebilir. 
Çoğu vakada özgün olmayan öksürük, viral enfeksiyonlar sonrasında artmış öksürük reseptör duyarlılığı ile ilişkilidir ve çoğu kendiliğinden düzelir. 
Üst solunum yolu öksürük sendromu daha çok farenks ve larenkste yerleşmiş öksürük reseptörlerinin burun ve sinüslerden akan sekresyonlarca fiziksel veya kimyasal olarak uyarılmasıyla ortaya çıkar. Çocuklarda en sık kronik öksürük nedenleri üst hava yolu öksürük sendromu, uzamış bakteriyal bronşit, gastroözofagial reflü ve astımdır. 
Psikojenik öksürük; kuru, kaz ötmesi gibi ve gün içinde yineleyen öksürük tipidir. Gece uyku sırasında kaybolması tipiktir.

Kronik Öksürüklü Çocukların Değerlendirilmesi
Öyküsü detaylı alınmalı ve tam fiziksel değerlendirme yapılmalıdır. Çocuğun yaşı, öksürme süresi, öksürüğün karakteri ve karakteristiği, öksürüğün kuru veya yaş olması, gece öksürüğü, tetikleyici faktörler değerlendirilmede yardımcı olacaktır. Kronik öksürüğü olan tüm hastalarda akciğer filmi çekilmeli ve 6 yaş üzeri çocuklarda ise solunum testi yapılmalıdır. Karakteristik öksürüklerde muhtemel nedene yönelik tetkikler planlanmalıdır. Bronşiektazide göğüs tomografisi, yineleyen enfeksiyonlara bağlı öksürüklerde immunglobulinler, yabancı cisim ve hava yolu anomalilerinde fleksible bronkoskopi,  gastroözofagial reflüde PH-metre araştırması yapılır. 

Tedavi
Çocuklarda kullanılan öksürük ve soğuk algınlığı ilaçlarının etkinliği tartışmalıdır ve 2 yaş altı çocuklarda önerilmemektedir.  Akut öksürüklü çocuklarda bal kullanımı öksürüğün sıklığını azaltabilir. Yalnızca akut öksürüklü çocuklarda şikayete yönelik tedavi yapılabilir, bunun dışında akut ve kronik öksürüklerde nedene yönelik tedavi yapılmalıdır.  

Çocuklarda sık karşılaşılan bir hastalık olan orta kulak iltihabına sıklıkla bakteriler neden olur. Akut ve kronik orta kulak iltihabı olmak üzere ikiye ayrılır. Akut iltihap; soğuk algınlığı, boğaz enfeksiyonu gibi rahatsızlıklardan sonra, östaki borusunun şişip kapanması sonucu bakterilerin orta kulakta birikip çoğalmasıyla oluşur. Kronik iltihap ise; uzun süren ve zaman zaman tekrarlayan bir rahatsızlıktır. Altı ayda 3 defadan fazla orta kulak iltihabı geçirilmesi hastalığın kronikleştiğini gösterir ve başka hastalıkların (sinüzit, geniz eti, yarık damak gibi) olduğunu düşündüren bir durumdur. Seröz orta kulak iltihabında ise östaki borusu tıkanır ve orta kulakta sıvı toplanmasına neden olarak basınç artışına yol açar.

Çocuklarda, özellikle 6 ay- 2 yaş arası, başka bir risk faktörü olmasa da anotomik olarak östaki tüpleri (genizden orta kulağa uzanan tüp), erişkindekine göre daha kısa ve yatay olduğundan burun veya boğazdaki mikroplar kolayca orta kulağa kadar ilerleyebilmektedir. Ayrıca bağışıklık sistemi henüz yeni gelişmekte olduğundan sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları orta kulak enfeksiyonuna zemin hazırlar. Çocukların büyük bölümü 5 yaşına kadar bu enfeksiyona bir kaç defa geçirir.

Orta kulak iltihabı için risk faktörleri nelerdir?

· 6 ay-2 yaş arası çocuklar
· Ailede akut orta kulak iltihabı öyküsü olması
· Sigara dumanına maruz kalmak
· Yatar pozisyonda biberonla beslenmek, emzik kullanmak
· Yuva, kreş gibi kalabalık ortamlarda bulunmak
· Alerjik bünye- özellikle inek sütü, ev tozu alerjileri
· Diğer; Yarık damak-dudak, alerjik rinit, bağışıklık bozuklukları.
 

Orta kulak iltihabının belirtileri

Şikayetini anlatabilen çocuklar aşikar kulak ağrısı tarif edecektir. Özellikle gece, yatınca artan veya aniden uykudan uyandıran bir ağrı görülebilir. Diğer belirtileri işitme kaybı ve ateş yükselmesidir. Basınç artışı olduğundan, kulakta dolgunluk hissi uyanır. Eğildikçe basınç artışına bağlı olarak ağrı da artar. Basınç artışı sonucu kulak zarı delinirse, basınç dengelendiğinde ağrı azalır. Bu durumda kanlı ya da yeşilimsi renkte akıntı meydana gelebilir. 

Özellikle süt çocukluğu döneminde ateş, huzursuzluk, iştahsızlık, kusma, ishal ve çevre ile ilgisizlik ile başvurabilir. Kulakla oynama, kulağı çekiştirme bebeklerde her zaman kulak iltihabı demek değildir. Çoğu bebek bunu sırf meraktan veya diş çıkarırken yapar. Gerçekten iltihap olduğunda ise çoğu zaman kulağı ellemeyecek veya elletmek istemeyecektir. 

Tanı

Yapılan ilk muayene sonrası tanı konabilir. Otoskop adı verilen bir aletle kulak zarı incelenir. Bakteri sonucu oluşmuş iltihap varsa kulak zarı kızarmıştır ve şişmiştir. Kulak zarı bazı vakalarda deliktir ve akıntı görülebilir. Gerekirse bu akıntının kültürü yapılır. Bakterinin neden olmadığı, östaki borusunun tıkanması sonucu oluşan iltihapta ise zar içe doğru çökmüş bir haldedir.

Kronik orta kulak iltihaplarında tanı koymak için bazı tetkikler gerekebilir. Bunun için işitme testleri yapılır ve işitme kaybının derecesi belirlenir. Orta kulaktaki basınç arttığı durumlarda basınç ölçümü yapılır. Bilgisayarlı tomografi, film çekimi hastalığın şiddetini ve ameliyat durumunu belirlemek için kullanılır.

Tedavi 

Tedavide temel amaç, ağrı kesiciyle çocuğu rahatlatmak ve antibiyotikle enfeksiyonu ortadan kaldırmaktır. Tedavide doktorun önerdiği süre ve doza uymak önemlidir. 

Orta kulak iltihabından korunma

Anne sütü ile beslemek, diğer pek çok enfeksiyonda olduğu gibi, orta kulak iltihabına karşı da koruyucudur. Bebekler yatar pozisyonda biberon ile beslenmelidir. Yapılan araştırmalarda oturarak beslenen bebeklerin, orta kulak iltihabına daha az yakalandığı görülmüştür. 

Dengeli beslenme ve uygun aşılama ile çocuğun bağışıklık sistemi güçlü tutulmalıdır. Konjuge pnömokok aşılarının ve grip aşılarının rutin uygulanması otit ataklarının sıklığını azaltığı gösterilmiştir. 

Ayrıca bebeğin temizlik koşullarına dikkat edilmelidir. Yuva gibi kalabalık ortamlarda bulunan çocuğa el yıkama alışkanlığı kazandırılmalıdır. Ayrıca bebek ve çocukların sigara dumanına maruziyeti önlenmelidir. Kulak yolunun tahrip edilmesi veya kulak çöpünün yanlış kullanılması kulak ağrısına neden olabilir. 

Yapılacak düzenli kontrollerle, kulaktaki sıvının boşalıp boşalmadığına bakılır. Kulağa sık sık su kaçmasını önlemek ve üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunmak orta kulak iltihabından korunmak veya şiddetlenmesini önlemek için gereklidir. 

Pnömoni virüs, bakteri gibi etkenlerin yol açtığı, akciğer dokusunun enfeksiyonudur.  Enfeksiyon, genellikle basit bir soğuk algınlığı, üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlar ve zamanla ilerleyerek akciğer dokusunu tutar. Bağışıklık sistemi zayıf, iyi beslenememiş, kronik hastalıkları olan çocuklar, erken doğan bebekler ve sigara dumanına maruz kalan çocuklar daha riskli gruplar olup pnömoniyi ağır geçirebilir ve tedavi için hastaneye yatmaları gerekebilir. Bunun dışındaki hastalarda ayaktan tedavi de mümkündür. 

Hastalarda; ateş, titreme, üşüme, terleme, öksürük, balgam, göğüs ve sırt ağrısı, hızlı nefes alıp verme, göğüste hırıltı, nefes alıp verirken göğüs duvarında içe çekilmeler, kusma, başağrısı, kas ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, bebekte emmeyi reddetme gibi belirtiler görülebilir.

Pnömoniye yol açan mikroplar; hasta kişiyle yakın temasla, aksırık, öksürükle veya aynı tabak, çatal, kaşığı kullanmakla bulaşır. Ancak, mikrobu alan herkeste  pnömoni görülmeyecek, bazıları hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirecektir.

Tanı için, şikayetler ve muayene bulgularına göre akciğer filmi, kan testleri, balgam kültürü gibi testler istenebilir.

Bakterilerin yol açtığı pnömoniler antibiyotikle tedavi edilir. Çoğu hasta antibiyotik tedavisini evde alabilir. Tedaviyi doktorun önerdiği süre boyunca almak, iyileşme görülünce kesmemek çok önemlidir. Viral kaynaklı pnömonilerde antibiyotikler işe yaramaz, hastanın genel durumunu destekleyici tedaviler yapılır.

Solunum sıkıntısı, morarmaları olan hastalar hastaneye yatırılarak tedavi edilirler. Bol sıvı alımını sağlamak iyileşmeye ve balgamın atılmasına yardımcı olacaktır. Öksürük, vücudun balgamı atmak için ihtiyaç duyduğu normal bir savunma mekanizması olduğundan, rastgele öksürük şurubu kullanmak yarardan çok zarar verebilir. Ağrı kesici, ateş düşürücüler ise bazen gerekli olabilir. 

Pnömoniden Korunma Yolları 

·        Çocukluk çağı aşıları; H.influenza, kızamık gibi bazı pnömoni etkenlerine karşı koruyucudur. Çocuklarda en sık pnömoni etkeni olan pnömokoklara karşı 2 yaş altında kullanılabilecek pnömokok aşısı ülkemizde de mevcuttur ve devletin resmi aşı programındadır, sağlık ocaklarında ücretsiz yapılmaktadır. Grip aşısı da riskli çocuklar için yararlıdır. 

·        Çocuklar ve bebekler sigara dumanına maruz bırakılmamalıdır. Kapalı mekanlarda sigara içme yasağına özellikle evlerde uyulmalıdır. 

·        Anne sütü alan bebeklerin her tür enfeksiyona karşı daha korunaklı olduğu unutmamalı, bebekler mümkün olduğunca anne sütüyle beslenmelidir. 

·        Çocuklarımızı hasta kişilerle temastan korumalı, enfeksiyonların sık görüldüğü mevsimlerde kalabalık ortamlarda bulundurmamalıyız.

·        Çocuklara el yıkamanın önemini anlatmalı, el yıkama alışkanlığı kazandırılmalı 

·        Dengeli beslenme sağlanmalı.

Sinüsler kafatası içinde içi hava dolu ve yüzeyi mukoza kaplı boşluklardır ve burnumuzu kaplayan mukozayla devamlılık gösterir. Sinüslerin bazıları doğumdan itibaren mevcuttur, bazıları da erişkin yaşlarına kadar gelişir. Rinit, burnun iritasyon, hapşırık, akıntı ve günde en az bir saat süren tıkanıklığıyla karakterize burun mukozasının iltihabıdır. Sinüzit ise alın, şakak ve göz çevresindeki paranazal sinüsleri örten mukozanın iltihabıdır. Her zaman ikisi birlikte görüldüğü için “rinosinüzit” terimi kullanılır. Akut rinosinüzit, burunda ödem veya tıkanıklık, öne veya genize akıntı, yüzde ağrı veya basınç, koku almada azalma gibi yakınmaların en az ikisinin eşlik ettiği burun ve paranazal sinüslerin iltihabıdır. Diş ağrısı, öne eğilince ağrı, ateş, halsizlik gibi yakınmalar da eşlik edebilir. Belirtiler kronik vakalarda 2-3 aya kadar uzayabilir. 
Akut rinosinüzit burnun viral enfeksiyonu şeklinde başlar. Üst solunum yolu enfeksiyonları dışında anatomik varyasyonlar (burunda septum eğriliği vb), alerjik rinit, burun kuruluğu, barotravma, hormonal faktörler, immün yetmezlik, sigara dumanı, gastroözofagial reflü ve nazogastrik tüp uygulamaları çocuklarda sinüzite zemin hazırlar. 

Belirtiler Nelerdir?
Sinüzit öncelikle basit bir soğuk algınlığı gibi başlar. Erişkinde görülen başağrısı, yüzde hassasiyet gibi belirtiler, küçük çocuklarda olmayabilir. Soğuk algınlığı belirtilerinin uzaması, 7-10 günde geçmeyen burun akıntısı, geceleri artan öksürük, sinüzit ihtimalini akla getirmelidir. Beraberinde ateş, geniz akıntısının neden olduğu boğaz ağrısı ve ağız kokusu da görülebilir. Aynı anda orta kulak iltihabı da bulunabilir.

Nasıl Tedavi Edilir?
Sinüzit, uygun doz ve sürede antibiyotikle tedavi edilir. Tedavi süresi 2-3 haftayı bulabilir. Burun mukozasının tuzlu su damlalarıyla temizlenmesi de yararlı olur. Eğer bir çocukta, belirtiler uzun sürüyor veya sık sık tekrarlıyorsa altta yatan bir allerjik durum yönünden araştırılmalı ve nedenin ortadan kaldırılması sağlanmalıdır. Anne sütünün pek çok enfeksiyonda olduğu gibi sinüzit için de koruyucu olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca aşılarının tam olduğundan emin olunmalı, eksikler varsa tamamlanmalıdır.

Hastalık buğday, arpa, çavdar ve muhtemelen yulafta bulunan gluten adlı proteine karşı gelişen ince bağırsak hassasiyetidir. Gluten içeren tahılların beslenmeye eklenmesinden sonra herhangi bir zamanda görülebilir. Küçük çocuklarda kusma, ishal, karın şişliği, iştahsızlık, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama gibi tipik belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi daha ileri yaşlarda sadece kansızlık, boy kısalığı, kemik zayıflığı ve nedeni bilinemeyen karaciğer hastalığı gibi çok değişik belirtilerle de kendini gösterir.

Hastalık kimlerde daha çok görülür?
Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır, yani ailevi kalıtım söz konusudur. Ailede başka bir çölyak hastası olması önemli bir risk faktörüdür. Hastalık yaşamının her hangi bölümünde ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca diyabeti, Down sendromu veya otoimmün hastalıkları olan bireylerde daha sık görülmektedir.

Çölyak hastalığının belirtileri?
Sindirim sistemine ait belirtiler: 6-24 aylık bir bebekte; kronik ishal, kusma, karında şişlik, huzursuzluk, iştahsızlık, iyi kilo alamama tablosuna yol açar. Daha büyük çocuklarda ise; kronik karın ağrısı, kronik kabızlık, gaz veya ishal görülebilir.
Diğer belirtiler: Hastalık ergenliğe geçişte gecikme, adetlerin başlamasında gecikme, akranlara göre kısa boylu olma gibi sorunlara da neden olabilir. Eğer çocukta; açıklanamayan bir demir eksikliği anemisi, kemik mineral yoğunluğunda azalma veya karaciğer enzimlerinde yükseklik varsa bunların da nedeni çölyak hastalığı olabilir. 

Çölyak hastalığına nasıl tanı konur?
Hastanın öyküsü ve kanda bakılan antikor testlerinin pozitif olması hastalığı düşündürür. Kesin tanı ise; endoskopik yolla yapılan ince bağırsak biyopsisi ile konur. Biyopside ince bağırsakta glutenin yol açtığı tipik tablonun saptanması ve glutenin kesilmesiyle 6-12 ay içinde biyopsi bulgularının tamamen düzelmesi kesin tanı konmasını sağlar.

Çölyak hastalığı nasıl tedavi edilir?
Çölyak hastalığının tedavisi glutensiz diyettir. Buğday, arpa, çavdar tümüyle beslenme programından çıkarılır. Yulafı bazı hastalar tolere edebilmektedir, ancak yulaf içeren gıdalara diğer tahıllar bulaşmış olabilir. Bu durumda, yulafı da tüketmek doğru olmayacaktır. Glutensiz diyetin ömür boyu süreceği, belirtiler düzeldiğinde de glutenden uzak durmak gerektiği unutulmamalıdır. Çölyaklı kişiler normal ekmek, makarna, pasta, börek, bisküvi ve benzeri çok sayıda gıdayı yememek durumundadır. Mısır unu, pirinç unu, soya unu, patates unu gibi maddeler gluten içermediği için rahatça tüketilebilir. Günümüzde toplumsal farkındalığın da artmasıyla, çölyak hastaları için glutensiz besin alternatifleri artmış, glutensiz un veya ekmek temin etmek sorun olmaktan çıkmış, marketlerde gluten içermeyen alternatif ürünler de bulunmaya başlamıştır.

Hepatit A, hepatit virüslerinden birinin yol açtığı karaciğerin iltihabi hastalığıdır. Hastalık, ülkemizde sık görülür ve zaman zaman okullarda salgınlara neden olur.  

Hastayla yakın temasla, enfekte su ve gıdayla bulaşır. Gıdayla bulaşan enfeksiyonların en sık görülenlerinden biridir.Sadece mikrop bulaşmış içme suyu ile değil, bu su ile yıkanmış meyveler, salatalar ve pişirilmeden yenen gıdalarla da bulaşır. Deniz ürünleri de hepatit A salgınlarında rol oynayabilmektedir. Hepatit A virüsü, yüksek ısıya, klora ve mide asiditesine dayanıklıdır, vücut dışında aylarca canlı kalabilmektedir.

Temas sonrası 15-40 gün süren bir kuluçka döneminin ardından bulantı, kusma, ishal gibi özgül olmayan yakınmalar görülmeye başlar. Hasta kendini iyi hissetmez. Bundan 5-10 gün sonra sarılık gelişir. 6 yaş altı küçük çocuklar, sarılık olmadan, hatta hiç belirti olmadan da hastalığı geçirebilirler. Gençler ve erişkinlerde daha ağır seyredebilir. Ateş, iştahsızlık, kusma, başağrısı, karın ağrısı görülür. İdrar rengi koyulaşır ve sarılık gelişir. Gaita açık renklidir. Sarılıkla birlikte, klinik tablo düzelmeye başlar. 1-2 hafta sonra sarılık kaybolmaya başlar.

Fizik muayenede karaciğerin normalden büyük ve hassas olduğu saptanır. Dalak büyümesi de görülebilir.

Hasta kişi, belirtiler görülmeden önceki birkaç haftalık dönemde de bulaşıcıdır. Bulaşıcılık sarılık veya diğer belirtiler görüldükten bir hafta sonrasına kadar sürer.

Özel bir tedavisi yoktur, hastanın genel durumunu destekleyecek tedaviler verilir. Tedavide antibiyotiğin yeri yoktur. Gereksiz ilaç kullanımından kaçınmak gerekir.

Korunma

Hijyen kurallarına dikkat etmek, özellikle el yıkama ile enfeksiyondan korunmak mümkündür. En güvenli yöntem ise, 1 yaştan sonra iki doz halinde yapılan aşıyla korunmaktır. Aşının ilk dozundan 2-4 hafta sonra koruma başlamakta, ikinci doz ile de korumanın uzun süreli olması sağlanmaktadır. Ülkemizde 2012’den itibaren Ulusal Aşı Programına girmiştir. 18 ve 24 aylarda tüm çocuklara hepatit A aşısı uygulanmaktadır.

Hepatite yol açan virüslerden biri de Hepatit B virüsüdür. Ancak; Hepatit A’dan farklı olarak ciddi bir enfeksiyona yol açar.  Kronik karaciğer hasarına ve ölümcül komplikasyonlara neden olabilir. Ülkemiz Hepatit B ‘nin sık görüldüğü ülkeler arasında yer almaktadır. 

Çocuk sağlığı açısından önemli bir enfeksiyondur, çünkü mikrobu taşıyan anne, doğum sırasında enfeksiyonu bebeğe de bulaştırabilir. Ayrıca, kan ve vücut sıvılarıyla temasla, cinsel yolla da bulaşır. Anne sütü ile bulaş tartışmalıdır. 

Mikrop alındıktan yaklaşık 6 hafta sonra belirtiler görülebilir ve 1-2 ay sürebilir. Bazen belirti vermez. İştahsızlık, halsizlik, döküntü, eklem ağrısı, sarılık görülebilir. Kronik karaciğer hasarına yol açabilir, kronik taşıyıcılık gelişebilir, yıllar içinde karaciğer kanseri ve siroz gibi komplikasyonlarla ölüme yol açabilir.

Kesin tanı kan testiyle konur. Gebelikte annenin hepatit B kan testlerinin yapılması ihmal edilmemelidir. Çünkü anne taşıyıcı olsa da, yenidoğan bebeği hemen yapılacak aşı ve immunglobülin ile korumak mümkündür.

Kesin bir tedavisi yoktur. Enfekte kişi uzun dönemde takibe alınır.

Bebekler, doğar doğmaz başlanan  toplam üç doz aşı ile bu enfeksiyondan korunabilmektedir.

Kabakulak, tükürük bezlerinde şişliğe yol açıp, kulak memesini kaldıran ve  yanaklarda dolgun görünüme neden olan bir viral enfeksiyondur. Basit bir çocukluk çağı hastalığı olarak görülse de, nadiren menenjit ( beyin zarlarında iltihap ), ensefalit ( beyinde iltihap ), işitme kaybı, orşit ( testiste iltihabi şişlik ) gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Özellikle 2-12 yaş arası aşısız çocuklar risk altındadır. Bebeğinize ilk olarak 1 yaşında yaptıracağınız Kızamık Kızamıkçık Kabakulak aşısı ile bu hastalığa karşı koruma sağlayabilirsiniz. Ancak tek doz aşı ömür boyu koruyucu olmadığından ilkokul 1.sınıfta veya önerilen zamanda tekrarı yapılmalıdır.  

Hastalık, genellikle ateş, iştahsızlık, halsizlik ile başlar. Ardından tükürük bezinin şişmesiyle yanakta tek veya iki taraflı dolgun bir görünüm ortaya çıkar. Çocuk çene hareketlerinde ağrıdan, yutma güçlüğünden, ağız kuruluğundan yakınır. Bazen başağrısı, karın ağrısı, kusma da olabilir. Mikrobu almış kişilerin 1/3′ ü de belirti göstermeden hastalığı geçirirler.

Kabakulak hasta ile yakın temasla, özellikle solunum yoluyla, öpmeyle, aynı bardak, çatal kaşığı kullanmakla çevredekilere de bulaşır. Bulaşıcı dönem, şişliğin başlamasından 1 gün öncesinden 9 gün sonrasına dek sürer. Bu süreçte okul çocuğunun evde izole edilmesi, sık el yıkamaya önem verilmesi gereklidir. Hasta ile temastan 2-3 hafta sonra, mikrobu alan diğer kişide de belirtiler başlar.

Hastalık sırasında lüzuma göre doktorun önereceği ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar kullanılabilir. Yumuşak, kolay çiğnenen, asitli olmayan gıdalar tercih edilmelidir. Eğer; şiddetli başağrısı, yüksek ateş, ısrarlı kusmalar, uyku hali, testislerde ağrı varsa hemen doktorunuza başvurmalısınız.

Kızamık, bir tür virüsün neden olduğu döküntülü bir hastalıktır. Önce basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlar, ardından yüz ve enseden başlayan, gövdeye de yayılan kırmızı renkte döküntü ortaya çıkar.

Henüz aşı olmamış ve anneden geçen korumanın azaldığı bebekler, okul öncesi dönemdeki çocuklar, bağışıklık sistemi zayıf kişiler, 2 doz kızamık aşısı yapılmamış kişiler hastalığa yakalanma için yüksek riskli gruplardır. Mikropla temastan sonra kuluçka dönemi 10-12 gündür. Önce; ateş, halsizlik, iştahsızlık, gözlerde sulanma ve kızarma, öksürük ve burun akıntısı başlar. 2-3 gün içinde, yanak içlerinde beyaz benekler, bundan 2 gün sonra da yukarıdan aşağıya doğru ilerleyen kırmızı döküntü ortaya çıkar.

Kızamık geçiren hastalarda, özellikle iyi beslenmemiş çocuklarda bronşit, zatürre, ishal, orta kulak enfeksiyonu, konjonktivit gibi komplikasyonlar görülebilir. Yıllar sonra ortaya çıkabilen nadir bir komplikasyon da, merkezi sinir sistemini dejenere eden ölümcül bir tablo olan SSPE ( Subakut Sklerozan Pan Ensefalit ) denilen bir hastalıktır.

Kızamık çok bulaşıcıdır. Hasta kişiyle solunum teması, öpüşme, aynı kaptan yeme gibi yollarla virüs alınır. Hastalığın en bulaşıcı olduğu dönem, ateş başlamadan öncesiyle döküntü çıktıktan 4 gün sonrasına kadar ki dönemdir. Hasta çocuk, bu dönemde izole edilmeli, döküntü başladıktan sonra en az 5 gün okula gitmemelidir.

Viral bir hastalık olduğu için, etkene yönelik tedavi yoktur. Ancak; yatak istirahati, bol sıvı alımı, öksürük için soğuk buhar yardımcı olacaktır. Doktorun önerdiği ateş düşürücü ve vitamin takviyesi kullanılabilir. Hastalık yaklaşık 1 hafta sürecek, ömür boyu bağışıklık sağlayacaktır.

Kızamık aşıyla önlenebilen bir hastalıktır. Ancak 1 yaş dolunca yapılan tek doz aşının yeterli olmadığı, en az 2 doz aşı gerektiği unutulmamalıdır. Kızamık kızamıkçık kabakulak aşısı ( KKK ), bu üç enfeksiyona karşı koruma sağlamaktadır. Ülkemizde, kızamık vakalarının görüldüğü yıllarda, 6-12 aylık bebeklere ek bir doz aşı yapılmakta, 1 yaşta ve 4-6 yaşta aşı tekrarlanmaktadır.   

Kızamıkçık, çocuk ve erişkinde görülebilen, hafif ateş ve döküntüyle seyreden bulaşıcı bir hastalıktır. Ancak hamile kadın, özellikle ilk aylarda kızamıkçık geçirirse, anne karnındaki bebek etkilenebilir. Aşının kullanıma girmesinden önceki dönemlerde, gebelikte annenin geçirdiği enfeksiyon sonucu; düşükler veya bebekte katarakt, körlük, sağırlık gibi sorunlar ortaya çıkabiliyordu.

Kızamıkçık, virüs kaynaklı bir enfeksiyondur. Özellikle kış sonu ve ilkbahar aylarında görülmektedir. Döküntü yüzden başlayıp aşağıya yayılan soluk kırmızı renktedir ve 3 gün sürer. Özellikle kulak arkası ve ensede şişmiş lenf bezleri tipiktir. Hafif bir ateş veya boğaz ağrısı olabilir. Nadiren, eklemlerde ağrı, şişlik görülür.

Oldukça bulaşıcı bir enfeksiyondur. Hastalık tablosu başlamadan 2 hafta öncesinden 1 hafta sonrasına kadar bulaşıcıdır. Direkt temas veya havayoluyla bulaşır.

Genellikle klinik tablo, tanı koydurucudur.  Hekiminiz gerek görmedikçe başka test yapılmaz. Viral bir hastalık olduğundan herhangi bir tedavisi yoktur. Gerek olursa, ateş düşürücü ve ağrı kesiciler verilebilir.

Aşı ile korunulan bir hastalıktır ve aşısı oldukça etkilidir. 1 yaşına gelen her çocuğa Kızamık Kızamıkçık Kabakulak aşısı şeklinde kombine olarak uygulanır ve 4-6 yaşta tekrarı yapılır. Hastalığı geçirmemiş, aşılanmamış, hamilelik planlayan genç kadınların, işi gereği çocuklarla, gebelerle temasta olanların aşılanması gerekir.

Suçiçeği, varisella- zoster virüsünün yol açtığı döküntülü bir hastalıktır. En sık ilkokul çağındaki çocuklarda görülür, kış sonu ve ilbaharda salgınlar yapar.

Suçiçeğinin kaşıntılı, su dolu kabarcıklardan oluşan döküntüsü önce gövde ve yüzde başlar, ardından ağız içi ve saçlı deri dahil tüm vücuda yayılır. Hasta çocukta ateş, iştahsızlık ve halsizlik görülür.

Çok bulaşıcı bir hastalıktır. Solunum yolu ve yakın temasla bulaşır . Ev içi temasta bulaşma riski % 80-90 ‘dır. Tüm döküntü kabuklanana kadar (yaklaşık 1 hafta) bulaşıcıdır. Hasta çocuk 1 hafta sonra okula gidebilir. Hastayla temastan 10-21 gün sonrasında da diğer çocuklarda döküntü başlar. Hasta çocuğun izole edilmesi önemlidir, ancak döküntü başlamadan 1-2 gün öncesinde de bulaşıcı olduğundan diğerlerini tam olarak korumak için yeterli olmayacaktır.

1 yaşı dolduran çocuklar aşıyla korunabilir. Suçiçeği geçirmemiş hamileler, yenidoğan bebekler, bağışıklık sistemini zayıflatan herhangi bir hastalığı olanlar suçiçeği ile temastan kaçınmalıdırlar.

Hastalığın sık görülen ateş, kaşıntı gibi yakınmalarına karşı hekiminiz bazı ilaçlar önerecektir. Özellikle kaşıntının önlenip cilt döküntüsünün iltihaplı yaralara dönüşmesi engellenmelidir.